24 Ekim 2010 Pazar

İnsan evladı üzerine

Artık tanıdıklarım benle dalga geçiyor ama gözlemimi tekrarlıyorum – bilim ve yazın dünyası çözümü atalarımızı incelemekte buldu. Neyi niçin yapıyoruz sorularının cevapları için hep tarih öncesine gidiliyor, avcı-toplayıcı atalarımızın hayatlarına bakılıyor. Kadının sosyal hayattaki yerinden nasıl beslenmemiz gerektiğine kadar her şeyin cevabı taş devrinde. Sebep de açık: kültürel, sosyal ve teknolojik gerçekler ne kadar hızlı değişse de bizim belli bir özelliği genlerimize işletmemiz ve bir evrim sürecini tamamlamamız 50000 yıl civarı bir süreyi gerektiriyor. Yani süpersonik 2010 senesinde hala milattan onbinlerce yıl önceki fiziksel özelliklerimizle hayatta kalmaktayız. Korkularımızın, hırslarımızın, davranışlarımızın sebepleri atalarımızda ve 50000 sene öncesinin şartlarında gizli.
Kazanma hırsı da o dönemlerde insanın yaşayakalması için çok gerekli olduğundan günümüze dek gelmiş bir özelliğimiz. Bir futbol müsabakasının nasıl hayat memat meselesi haline geldiğini anlamak istediğimizde bir insan topluluğunun bizon sürüsüyle olan mücadelesinde kaybetmenin gerçekten ölmek demek olduğunu kavramalı, beynimizin hala o golü yersek öleceğimizi sandığını görmeliyiz.
İnsanın net üstün tür olarak galip geldiği hayat mücadelesinde ona en çok yardımcı olan özellikleri şöyle sıralanıyor:
• Adaptasyon: İnsanoğlu her şeye alışabilen karaktersiz bir yaratık aslında. Ormanda yiyeceğin azaldığı dönemde yaptığı araziye çıkma seçimi sonrasında da ortama hemen uyum sağlamış, birden toplayıcılıktan avcılığa geçebilmiş, etobur bir hayvan haline gelmiştir. Hala bu özelliğimiz çok yardımcı oluyor bize – ‘öldürmeyen büyütür’ ilkesi geçerli, en kötü durumlar bile ölmeyip alışmaya çalıştığınızda sizi geliştiriyor.
• Alet kullanımı: Biz ne en hızlıyız, ne en atik, ne de en güçlü; ancak bu özelliklere sahip hayvanlara karşı net üstünlüğü silah kullanarak ele geçirmişiz. Özellikle beden / beyin büyüklüğü oranındaki avantajımız el becerisiyle birleşince herhangi bir hayvanı yenebilecek aletler (tabii öncelikle silahlar) geliştirmiş ve kullanmışız. Burada ‘homo erectus’, yani iki ayak üstünde hareket eden atamızın kaydettiği aşama çok önemli – eller yürümek için kullanılmadığından hassasiyetlerini kaybetmiyorlar, çok daha ince işler için değerlendirilmek üzere boşta kalıyorlar.
• Rekabet: İnsan bebeği annesiyle rekabet ederek başlıyor işe – ana karnında bebeğiniz yiyecek için savaşıyor, anne kan basıncını düşürüp bebeği dünyaya yollamaya hazırlandığında bebek karşı çıkıyor (yeri rahat köftehorun ne de olsa), bu aşamada yüksek tansiyon anne için tehlikeli boyutlara dahi ulaşabiliyor. Sonra küçük kardeş ve büyük kardeş değişik stratejilerle ilgi için çekişiyorlar – küçük ağlıyor, büyük efendi takılıyor, ‘anne seni çok seviyorum’ gibi laflarla ‘beni seç, beni seç’ demiş oluyor. Sonrası açık zaten – spor müsabakaları, para hırsı, kadınlar için çekişmeler, sokak kavgaları. Yarışmak için yaratılmışız vesselam, bu da pinekleyip ‘aman canım üç günlük dünya, keyfine bak’ havasında takılan diğer hayvanları afiyetle yememizi ve hayatta kalan tür olmamızı sağlıyor. Çok çok önemli bir başka detay: insanoğlu kimle rekabet edeceğini iyi seçiyor, kazanamayacaği mücadelelere girmiyor, enerjisini doğru yere harcıyor.
• Dayanışma: İşte insanoğlu ve çelişkiler yumağı – birbirimizle yarışmaya bayılıyoruz, ama ortak tehdit algıladığımızda bir araya gelip onu alt etmek için tek yumruk oluyoruz. Türdaşımız tehlikedeyse yardıma koşuyoruz, birlikte hareket edebiliyoruz. Tabii tehdit yoksa bu ulvi özelliğimiz pek göze çarpmıyor. Bu sebeple Amerika hep bir korku toplumu – ortak düşman lazım, yoksa nasıl bir arada tutacaksın 300 milyon insanı.
• Uzun çocukluk / taklit yeteneği: Yine homo erectus sahnede – klasik hikaye, ayağa kalkıyoruz, kadının rahim ağzı daralıyor, doğan bebek aciz ve bakıma muhtaç çünkü oradan geçebilmek için küçücükken dünyaya gelmek zorunda. Onun kendi kendine yetebilmesi için uzun yıllar gerekli – yürüyemiyor, avlanamıyor ve bunları bir süre daha yapamayacak. Annesiyle ve bazen de babasıyla olacak. Çok iyi bir taklitçi, bu dönemi değerlendiriyor. Hayata hazır hale geldiğinde geçmiş nesillerin genlere işlememiş öğretilerini de almış durumda, diğer türlere karşı çok avantajlı. Millet bu yüzden kıçını yırtıyor ailede alınan eğitimin önemi konusunda – ana okulu da bir aylıkken başlayacak herhalde yakında.

Eminim başka detaylar var türümüzü bu günlere getiren avantajlarımızla ilgili – hadi onları da siz söyleyin….

17 Ekim 2010 Pazar

DENGELERDEKİ MUTLULUK

Mutluluğuuçlarda arama çocuğum, pek oralarda bulunmaz kendisi. Denge durumlarında, sürekli ve yavaş gelişimdedir coğunlukla.
Yemekten zevk almak için tekrar acıkmayı bekleyeceksin, bütün gün yiyemezsin. Televizyon seyretmek iyidir de fena aptallaştırır abartırsan. Spor yap tabii, ama kıçını yırtarcasına değil; hele günlerce durup sonra vücuduna yüklenmeyi aklından bile geçirme.
Çalışmak güzeldir, dinlenmeyi de bilirsen. Yorulmadan dinlenmeyi de tavsiye etmem, büyük Atatürk'ün söyledikleri kulağına küpe olsun: 'Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybederler.'
Uykuna dikkat et, az uyuduysan borcunu öde, ama sabahın güzelliklerini de kaçırma. Çok sev, ama aşkınla boğma. İnsanlar olsun etrafında, sosyal bir hayvan olduğunu unutma, ama yalnızlığının da keyfini çıkar - üretmek için yalnızlığa ihtiyacın olacaktır, boşa harcama tek başına olduğun zamanları.
Teknolojiyi kullan, ama unutma ki kendisi çok iyi bir köle, çok kötü bir efendidir - aynı para gibi.
Öğren, sahip olmanın nasıl bir ilüzyon olduğunu:
'Hiç bir şey için benimdir deme
Sadece de ki yanımdadır.
Çünkü ne altın, ne toprak, ne sevgili
Ne hüzün, ne keder
Ne de yaşam
Daima seninle kalmaz'