16 Mart 2013 Cumartesi
Tanrı'nın Doğum Günü ve Maslow
Uzun süredir, gerçekten çok uzun bir süredir, tekrar yazmaya başlamak istiyordum. Kısmet Japonya dönüşü jetlag sayesinde sabahın 03:30’unda uyandığım ve Burak Özdemir’in ‘Tanrı’nın Doğumgünü’ adlı şiddetle tavsiye edeceğim kitabını okuduğum bu güneymiş.
Kitaptan bahsetmeyeceğim, sadece bir noktasına atıfta bulunacağım. Orada okuduğuma göre her varlığın hayatta bir rolü var, hayvanlar bu rolü oynayarak döngüye katkıda bulunuyorlar, insanların ise rollerini bulmaları, yani kendilerini gerçekleştirmek yolunda ilerlemeleri gerekiyor.
Bu bakış açısı bana Maslow’un ünlü ‘İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi’ni hatırlattı. Aşağıya kısaca Maslow’un ne dediğini hatırlatabilmek için piramidi kopyalıyorum:
Maslow’a göre insanlar piramitin en altındaki ihtiyaçlarını karşılıyorlar, sonra bir üst aşamaya geçiyorlar, bu piramitte ilerleyerek kendilerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bireyin kişilik gelişimini o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği belirliyor.
Oysa insan ihtiyaçları karşılandıkça çoğalıyorlar, bir anlamda sonsuzlar. Piramitin bir basamağını tam olarak tamamladığı hissine ulaşan kişi sayısı çok azdır herhalde; çoğumuz daha çok para, daha güvenli gelecek, daha çok sevgi istiyoruz, kısır döngülere giriyor hayatı kaçırıyoruz. Belki de doğrusu piramidin son aşamasına gelmek için bütün ihtiyaçlarımızın karşılanmasını beklememek; ya da bunların aslında yeterince tatmin edilmiş olduklarını görmek, onlarla fazla enerji ve zaman kaybetmeksizin kendimizi gerçekleştirme yolunda ilerlemek. Hayatımızı kendimizi gerçekleştirme yolunda tasarlamak, bizi yansıtmayıp sadece ihtiyaç gidermek için yapmak zorunda olduğumuz aktiviteleri yok etmek ya da en azından azaltmak.
Söylemek kolay, yapmak biraz zor sanki...
20 Temmuz 2011 Çarşamba
Ispanya / Fiberfib
Siz şimdi bu sene çok çalışıp yorulursunuz, en iyisi güzel bir tatil planlayın, seneye yazın uygularsınız.
Önce en zor kısmı: kendinize çok iyi arkadaşlar edinin, onlarla bir 25 sene kadar geçirin. Öyle bir hale gelin ki derdiniz dertleri, sevinciniz sevinçleri olsun. Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmesin, onlara duyduğunuz güven kendinize duyduğunuzdan fazla olsun, bilin ki onlar hep yanınızdalar ölene kadar.
Bunu yaptıysanız sene sonuna doğru Fiberfib festivalinin tarihlerini öğrenin. Temmuz 2012 civarında olacaktır, www.fiberfib.com detaylı bilgiyi yayınlayacaktır. 2011 Arctic Monkeys, The Strokes, Arcade Fire, Portishead, Brandon Flowers ve adını sayamadığım onlarca diğer grubun katılımıyla bir rock şöleni havasındaydı, umun ki 2012 de öyle olsun.
Sonra ilgili tarihlerden birkaç gün öncesine Istanbul-Barcelona biletinizi alın, dönüşü açık bırakın, ayrılmak istemeyebilirsiniz.
Barcelona’da otobüsle şehri gezin, gezerken Gaudi’nin dehasına şahit olun. Yapımı hala devam etmekte olan, yaşamı süresine sığdıramadığı en büyük eseri La Sagrada Familia katedraline gidin, şaşırın, ürkün! Sonra Casa Battlo’ya (www.casabatllo.es) gidin, hatta yapabiliyorsanız orada bir caz konseri izleyin. Bir evin zemini dahil her yerinde nasıl olup da köşeli alışık olduğumuz tasarımlardan uzaklaşılabildiğini, Gaudi’nin elinde sıradan bir binanın nasıl olup da mimari harikasına dönüşebildiğini görün.
İspanya’da geçirdiğiniz günlerde kilo almaya hazır olun. Enfes paella’lari, envai çeşit tapas’ı, litrelerce sangria’yı midenize indirin. Yemeklere arkadaşlarınızla yapacağınız ‘forum’lar eşlik etsin, daha önce belirlenmiş konular masaya yatırılsın, enine boyuna tartışılsın.
Barcelona’da geçirdiğiniz üç günden sonra araba kiralayıp 300 kilometre kadar gidin, otoyollara 60 euro verip İspanya’nın borç batağından kurtulmasına yardımcı olun. Festivalin yapıldığı Benicassim yakınlarında bir otel bulun – hatta yaşınızın başında hala ‘2’ yazıyorsa festival biletleriniz sayesinde ücretsiz kalma hakkı kazanacağınız kampa çadırınızı kurun. Yaşınızın başında ‘3’ veya daha büyük bir sayı varsa risk almayın, Valencia’ya bağlı Castellon kalmak için güzel bir şehir – müzik dışı zamanlarda kilometrelerce uzanan sahil şeridi hizmetinizde, tabii amacınız yüzmek değil dalgalarla boğuşmak ve serinlemek olmalı.
Otelinize yerleştiyseniz 3 gün boyunca müziğin ve eğlencenin tadına varın, 50000 kişilik bir alanda nasıl net sesler yakalanabildiğini işitin (mesela Efes Pilsen One Love Festival’daki ses düzeninin nasıl bir fiyasko olduğunu karşılaştırarak görün). Akşam 19:00-21:00 aralığında bir saatte festival alanına gidin, uzun yürüyüş mesafesi dışında hiçbir noktası aksamayan organizasyonla keyfinize bakın. Örtünüzü serin, ayakta azarak seyredeceğiniz konserler sırasında ve oturarak piknik tadında dinleyeceklerinizde şu tip olaylara hazırlıklı olun:
• Erkekler tuvaleti sadece erkeklerin değildir, bayanlar tuvaleti doluysa güzeller güzeli bir kız sıranızı kapıp ihtiyacını giderebilir.
• Arkadaşlarınıza eşcinseller asılabilir, bir saat yanından gitmeyecek kadar ısrarlı olabilirler.
• Otoparktan çıkarken bir kadın sizi durdurabilir, alkol kontrolü yapmak isteyebilir
• Kızlar ne kadar güzel olurlarsa olsunlar gülebilirler, kendileriyle konuşulabilir, Türkiye’deki gibi daha güzel olan daha çok somurtmayabilir, insanlar trip milli takımına girmek için birbirleriyle yarışmayabilir (http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=96742).
• Arctic Monkeys’in solisti Alex Turner sadece çaldığı ve söyledikleriyle değil, sustukları ile de seyirciyi coşturabilir.
• İspanya’daki bir festivalde İngiliz seyirci sayısı İspanyol’dan fazla olabilir.
• En iyi konserler gece 01:00’den sonra başlayabilir, insanlar 04:00’te uyuyup 06:00’da kalkar ve dönüş yoluna geçebilirler.
Biz bunların hepsini bu sene yaptık, size de tavsiye ederiz. Seneye Macaristan’da Sziget’teyiz oraya da bekleriz.
Önce en zor kısmı: kendinize çok iyi arkadaşlar edinin, onlarla bir 25 sene kadar geçirin. Öyle bir hale gelin ki derdiniz dertleri, sevinciniz sevinçleri olsun. Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmesin, onlara duyduğunuz güven kendinize duyduğunuzdan fazla olsun, bilin ki onlar hep yanınızdalar ölene kadar.
Bunu yaptıysanız sene sonuna doğru Fiberfib festivalinin tarihlerini öğrenin. Temmuz 2012 civarında olacaktır, www.fiberfib.com detaylı bilgiyi yayınlayacaktır. 2011 Arctic Monkeys, The Strokes, Arcade Fire, Portishead, Brandon Flowers ve adını sayamadığım onlarca diğer grubun katılımıyla bir rock şöleni havasındaydı, umun ki 2012 de öyle olsun.
Sonra ilgili tarihlerden birkaç gün öncesine Istanbul-Barcelona biletinizi alın, dönüşü açık bırakın, ayrılmak istemeyebilirsiniz.
Barcelona’da otobüsle şehri gezin, gezerken Gaudi’nin dehasına şahit olun. Yapımı hala devam etmekte olan, yaşamı süresine sığdıramadığı en büyük eseri La Sagrada Familia katedraline gidin, şaşırın, ürkün! Sonra Casa Battlo’ya (www.casabatllo.es) gidin, hatta yapabiliyorsanız orada bir caz konseri izleyin. Bir evin zemini dahil her yerinde nasıl olup da köşeli alışık olduğumuz tasarımlardan uzaklaşılabildiğini, Gaudi’nin elinde sıradan bir binanın nasıl olup da mimari harikasına dönüşebildiğini görün.
İspanya’da geçirdiğiniz günlerde kilo almaya hazır olun. Enfes paella’lari, envai çeşit tapas’ı, litrelerce sangria’yı midenize indirin. Yemeklere arkadaşlarınızla yapacağınız ‘forum’lar eşlik etsin, daha önce belirlenmiş konular masaya yatırılsın, enine boyuna tartışılsın.
Barcelona’da geçirdiğiniz üç günden sonra araba kiralayıp 300 kilometre kadar gidin, otoyollara 60 euro verip İspanya’nın borç batağından kurtulmasına yardımcı olun. Festivalin yapıldığı Benicassim yakınlarında bir otel bulun – hatta yaşınızın başında hala ‘2’ yazıyorsa festival biletleriniz sayesinde ücretsiz kalma hakkı kazanacağınız kampa çadırınızı kurun. Yaşınızın başında ‘3’ veya daha büyük bir sayı varsa risk almayın, Valencia’ya bağlı Castellon kalmak için güzel bir şehir – müzik dışı zamanlarda kilometrelerce uzanan sahil şeridi hizmetinizde, tabii amacınız yüzmek değil dalgalarla boğuşmak ve serinlemek olmalı.
Otelinize yerleştiyseniz 3 gün boyunca müziğin ve eğlencenin tadına varın, 50000 kişilik bir alanda nasıl net sesler yakalanabildiğini işitin (mesela Efes Pilsen One Love Festival’daki ses düzeninin nasıl bir fiyasko olduğunu karşılaştırarak görün). Akşam 19:00-21:00 aralığında bir saatte festival alanına gidin, uzun yürüyüş mesafesi dışında hiçbir noktası aksamayan organizasyonla keyfinize bakın. Örtünüzü serin, ayakta azarak seyredeceğiniz konserler sırasında ve oturarak piknik tadında dinleyeceklerinizde şu tip olaylara hazırlıklı olun:
• Erkekler tuvaleti sadece erkeklerin değildir, bayanlar tuvaleti doluysa güzeller güzeli bir kız sıranızı kapıp ihtiyacını giderebilir.
• Arkadaşlarınıza eşcinseller asılabilir, bir saat yanından gitmeyecek kadar ısrarlı olabilirler.
• Otoparktan çıkarken bir kadın sizi durdurabilir, alkol kontrolü yapmak isteyebilir
• Kızlar ne kadar güzel olurlarsa olsunlar gülebilirler, kendileriyle konuşulabilir, Türkiye’deki gibi daha güzel olan daha çok somurtmayabilir, insanlar trip milli takımına girmek için birbirleriyle yarışmayabilir (http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=96742).
• Arctic Monkeys’in solisti Alex Turner sadece çaldığı ve söyledikleriyle değil, sustukları ile de seyirciyi coşturabilir.
• İspanya’daki bir festivalde İngiliz seyirci sayısı İspanyol’dan fazla olabilir.
• En iyi konserler gece 01:00’den sonra başlayabilir, insanlar 04:00’te uyuyup 06:00’da kalkar ve dönüş yoluna geçebilirler.
Biz bunların hepsini bu sene yaptık, size de tavsiye ederiz. Seneye Macaristan’da Sziget’teyiz oraya da bekleriz.
28 Haziran 2011 Salı
EY OKUYUCU: BODRUM’A GİT, BUNLARI YAP
• Arabayla gidiyorsan yolda Bafa Gölü’nde Çeri Restaurant’ta mola ver, yılan balığı ye, slogana dikkat et: ‘Kaçan balık büyük olur, kaçamayan Çeri’de ızgara…’
• Bir gününü Gündoğan’da Çakıltaşı Restaurant’da geçir. Masmavi denizin tadına var, işletmeci ailenin güzel insanlarıyla sohbet et, kuma atılmış mavi tahta masalarda enfes zeytinyağlıları götür.
• Gökçebel’de Güler Abla’nın yerinde kahvaltı et, gerçek köy lezzetlerini gerçek köy evinde tat, jet sosyetenin doğal lezzetleri ne kadar sevdiğini keşfet zira her an magazin sayfalarından fırlamış bir güzeli Güler Abla ile kucaklaşırken görebilirsin. Mutlaka rezervasyon yaptır, tel: 02523863306.
• Klasik Bodrum programlarını kaçırma: Barlar Sokağı’nda kaleye karşı nargile iç, Eski’de veya Adamik’te tekila / sandoz yuvarla (söyle tekila’yı açılmamış şişede getirsinler alkolü bol olsun), Kule’de ve Körfez’de tepin kurtlarını dök.
• Ve tabii Halikarnas Disko’nun yanında Orfoz Restaurant’a git, sevgili kuzenim Çağlar’ın ve abisi Çağrı’nın müthiş kabuklu menüsünün tadına var, kidonyayı, istiridyeyi, midyeyi kaçırma, mutlaka rezervasyon yaptır, tel: 02523164285
• Bir gününü Gündoğan’da Çakıltaşı Restaurant’da geçir. Masmavi denizin tadına var, işletmeci ailenin güzel insanlarıyla sohbet et, kuma atılmış mavi tahta masalarda enfes zeytinyağlıları götür.
• Gökçebel’de Güler Abla’nın yerinde kahvaltı et, gerçek köy lezzetlerini gerçek köy evinde tat, jet sosyetenin doğal lezzetleri ne kadar sevdiğini keşfet zira her an magazin sayfalarından fırlamış bir güzeli Güler Abla ile kucaklaşırken görebilirsin. Mutlaka rezervasyon yaptır, tel: 02523863306.
• Klasik Bodrum programlarını kaçırma: Barlar Sokağı’nda kaleye karşı nargile iç, Eski’de veya Adamik’te tekila / sandoz yuvarla (söyle tekila’yı açılmamış şişede getirsinler alkolü bol olsun), Kule’de ve Körfez’de tepin kurtlarını dök.
• Ve tabii Halikarnas Disko’nun yanında Orfoz Restaurant’a git, sevgili kuzenim Çağlar’ın ve abisi Çağrı’nın müthiş kabuklu menüsünün tadına var, kidonyayı, istiridyeyi, midyeyi kaçırma, mutlaka rezervasyon yaptır, tel: 02523164285
9 Haziran 2011 Perşembe
BÜYÜK FIRSATLAR (MI)???
Hızla büyüyen fırsat sitelerini kullanarak acaba gerçekten kar mı ediyoruz, yoksa normalde harcayacağımızdan çok daha fazla parayı normalde yapmayacağımız aktivitelerde çarçur mu ediyoruz?
Reuters yazarı Chris Taylor’ın anlattıklarına göre satın alınan fırsat kuponlarının yaklaşık %20’si kullanılmadan çöpe gidiyormuş. Zaman sınırlamaları ‘başıma talih kuşu kondu , kaçırmak üzereyim’ yanılgısını yaratıp bizi telaşa sürükleme görevini üstleniyormuş. Bu işin en büyüğü olan ‘groupon’ adlı kuruluşun 43 ülkede 83 milyon üyesi bulunuyormuş.
Benim şahsi tecrübelerim pek de olumlu değil – bir iki kere fena olmayan yemekler yakaladım, ama anlayışsız yoga merkezlerinden kaçırılan trenlere, değiştirilmeyen otel rezervasyonlarından keşke gelmeseydim dedirten restaurantlara kadar bir çok olumsuzluk da yaşadım.
Arkadaşlarımın kalitesizlikten şikayet ettiklerini çok duydum – bir mekana fırsat kuponuyla gidenle paraya kıyıp giden bir olur mu hiç? Garsonlar aynı şekilde mi davranır, herkesin başlarının üstünde yeri mi vardır – ne kadar ödeyecek olurlarsa ödesinler - yoksa ucuzcular en kelek masalara mı oturtulurlar?
Bir sorun da mekan sahiplerinin daha önce yaptıkları anlaşmalardan vazgeçme eğilimi oluyormuş – ‘çok düşük fiyat vermişiz, bu paraya kahvaltı mı olur canım?’
Siz siz olun fırsatı yakaladığınızda telaşla satın almadan önce dopamin seviyenizin düşmesini bekleyin. Unutmayın: 100 liralık bir aktiviteyi 70 liraya aldığınızda 30 lira kazanmıyorsunuz, 70 lira harcıyorsunuz! Belki bir saat kadar sonra teklifin çok iyi olmadığını veya teklif edileni gerçekte yapmak istemediğinizi görebilirsiniz.
Bir saat sonra hala müthiş bir fırsat olduğunu düşünüyorsanız beni de haberdar edin!
Reuters yazarı Chris Taylor’ın anlattıklarına göre satın alınan fırsat kuponlarının yaklaşık %20’si kullanılmadan çöpe gidiyormuş. Zaman sınırlamaları ‘başıma talih kuşu kondu , kaçırmak üzereyim’ yanılgısını yaratıp bizi telaşa sürükleme görevini üstleniyormuş. Bu işin en büyüğü olan ‘groupon’ adlı kuruluşun 43 ülkede 83 milyon üyesi bulunuyormuş.
Benim şahsi tecrübelerim pek de olumlu değil – bir iki kere fena olmayan yemekler yakaladım, ama anlayışsız yoga merkezlerinden kaçırılan trenlere, değiştirilmeyen otel rezervasyonlarından keşke gelmeseydim dedirten restaurantlara kadar bir çok olumsuzluk da yaşadım.
Arkadaşlarımın kalitesizlikten şikayet ettiklerini çok duydum – bir mekana fırsat kuponuyla gidenle paraya kıyıp giden bir olur mu hiç? Garsonlar aynı şekilde mi davranır, herkesin başlarının üstünde yeri mi vardır – ne kadar ödeyecek olurlarsa ödesinler - yoksa ucuzcular en kelek masalara mı oturtulurlar?
Bir sorun da mekan sahiplerinin daha önce yaptıkları anlaşmalardan vazgeçme eğilimi oluyormuş – ‘çok düşük fiyat vermişiz, bu paraya kahvaltı mı olur canım?’
Siz siz olun fırsatı yakaladığınızda telaşla satın almadan önce dopamin seviyenizin düşmesini bekleyin. Unutmayın: 100 liralık bir aktiviteyi 70 liraya aldığınızda 30 lira kazanmıyorsunuz, 70 lira harcıyorsunuz! Belki bir saat kadar sonra teklifin çok iyi olmadığını veya teklif edileni gerçekte yapmak istemediğinizi görebilirsiniz.
Bir saat sonra hala müthiş bir fırsat olduğunu düşünüyorsanız beni de haberdar edin!
26 Nisan 2011 Salı
Teknoloji danışmanınızdan iPhone öğütleri
Bu iPhone müthiş bir telefon, yalnız pil ömrü biraz kısa. İşte teknoloji danışmanınızdan bu soruna çözüm önerileri:
• Wirelessı kapatın
• 3G’yi kapatın
• Arka ışığı sönükleştirin
• İnternette fazla dolaşmayın
• Telefonda fazla konuşmayın
• Telefonunuzu saat başlarında açıp arayan var mı diye kontrol edin, sonra yine kapatın
• İyisi mi siz iPhoneu tamamen kapatın, kendinize bir Nokia 3310 bulun, bir kere şarj edin bütün hafta konuşun.
• Wirelessı kapatın
• 3G’yi kapatın
• Arka ışığı sönükleştirin
• İnternette fazla dolaşmayın
• Telefonda fazla konuşmayın
• Telefonunuzu saat başlarında açıp arayan var mı diye kontrol edin, sonra yine kapatın
• İyisi mi siz iPhoneu tamamen kapatın, kendinize bir Nokia 3310 bulun, bir kere şarj edin bütün hafta konuşun.
9 Nisan 2011 Cumartesi
Nerede benim metrobüslerim?
Artık kimse tartışmaz, konuşmaz oldu. Gazetelerimiz zaten içeri atılmaktan korkan yazarlarla dolu, otosansür had safhada. Dolayısıyla hiçbir yerde okumuyoruz, ama ben yine de sormak istiyorum: nerede bu Phileas otobüsler?
Bahçelievler’den Ataşehir’e giderken karşıdan gelen metrobüslere dikkat ettim, kilometrelerce yol gittim, onlarca otobüs gördüm, ama hiçbiri çift körüklü Phileas marka Hollanda malı araçlardan değildi. Bu araçların 50 tanesine 62 milyon Avro ödemiştik, ama sanırım garajlarda yatıyorlardı. Sonradan anlaşılmıştı ki İstanbul’un rampalarında 26 metrelik bu devler yolda kalıyorlardı.
http://arsiv.sabah.com.tr/2008/04/29/haber,6333DE58AC4D4DD28DC4A4C1DEF1CA44.html adresinde adı geçen usulsüzlük iddialarının sonuçlarını bulamadım.
Mercedes Capacity (ve Citaro) model araçlar aslanlar gibi yollarda, çok daha küçükler ama en azından taşıyorlar vatandaşı sorunsuzca. Tabii sol tarafta kapıları olmadığı için metrobüslerin yolun sağı yerine solundan gitmesine alıştık bile.
Araçların iade edilmesi en iyi çözüm olarak görülüyordu 2009 senesindeki tartışmalarda, ama sonçları bilemiyorum.
Phileas aslında rakipsiz değil, daha eski görünüşlü ancak aynı işi yapabileceği hissini veren, havaalanlarında benzerleri kullanılan Vanhool marka AGG300 model araçlar alım yapıldığında mevcuttu, ama sevgili İstanbul belediyesi ihale açmaya gerek görmemiş. Aslında en güzeli yerli sanayinin desteklenmesi, bu tür bir aracın Türkiye’de üretilip bütün dünyaya satılması için gerekli çalışmanın yapılması olurdu, ama bu opsiyon zaten tamamen göz ardı edilmiş durumda.
Benim anladığım kadarıyla Phileas metrobüsler şu anda İETT’nin İkitelli garajında gizli saklı çürümekteler. İETT Hollandalı firmaya 16 milyon TLlik dava açmış (ekim 2010).
Peki biz, sokaktaki vatandaşlar, böyle hayati bir hata yapıp paralarımızı sokağa atan yetkililerden nasıl bir tazminat istesek acaba?
25 Şubat 2011 Cuma
TEKNOLOJİ BİR YERE KADAR
Elektronik sistemlerde ve dijital iletisimde kodlamasi en zor bilgi goruntudur. Bu yuzden bir cok goruntunun hizli bir sekilde arka arkaya akmasindan olusan video internetten indirirken en fazla zamani alan veri turudur, dijital bir film dosyasi gigabaytlar dolusu 1 ve 0 icermektedir.
Sonra ses gelir – bir konusmayi, bir sarkiyi, sadece sesten olusan bir dosyayi indirmek daha kolaydir, bu tur dosyalar bilgisayarda da daha az yer tutar.
En sonunda da yazi – yuzlerce sayfalik kitap cok kisa surede bilgisayariniza inecek ve cok az yer tutacaktir.
Bence bu hem profesyonel hem de ozel hayatta insan iliskileriyle ilgili onemli bir bilgi: bir arkadasinizla veya sevgilinizle sorun yasadiginizda yuzyuze goruserek cozmeye calismak gibisi yoktur. Telefon / sozlu iletisim, veya email-sms / yazili iletisim ayni etkiyi yapmaz. Cunku insan sadece sesten veya onun kodlanmis hali olan yazidan cok daha fazla bilgi tasir hemcinsleri icin. Bir mimik, bir dokunus, bir koku, bir gulumseme yuzlerce sayfa yaziya, binlerce kelimeye bedel olabilir.
Teknolojinin gunumuzde geldigi noktada dahi ayni ortamda bulunup yuzyuze iletisim kurmanin tam olarak yerini tutan bir yontem gelistirilememistir, ve umarim hic bir zaman gelistirilemez.
Sonra ses gelir – bir konusmayi, bir sarkiyi, sadece sesten olusan bir dosyayi indirmek daha kolaydir, bu tur dosyalar bilgisayarda da daha az yer tutar.
En sonunda da yazi – yuzlerce sayfalik kitap cok kisa surede bilgisayariniza inecek ve cok az yer tutacaktir.
Bence bu hem profesyonel hem de ozel hayatta insan iliskileriyle ilgili onemli bir bilgi: bir arkadasinizla veya sevgilinizle sorun yasadiginizda yuzyuze goruserek cozmeye calismak gibisi yoktur. Telefon / sozlu iletisim, veya email-sms / yazili iletisim ayni etkiyi yapmaz. Cunku insan sadece sesten veya onun kodlanmis hali olan yazidan cok daha fazla bilgi tasir hemcinsleri icin. Bir mimik, bir dokunus, bir koku, bir gulumseme yuzlerce sayfa yaziya, binlerce kelimeye bedel olabilir.
Teknolojinin gunumuzde geldigi noktada dahi ayni ortamda bulunup yuzyuze iletisim kurmanin tam olarak yerini tutan bir yontem gelistirilememistir, ve umarim hic bir zaman gelistirilemez.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)